Siyasal Şirk Nedir ?

İlim ve irfanla donatılan Yusuf Peygamber hapisten çıktıktan sonra, mali yönden sıkıntılar çeken devletin maliye bakanlığına talip olmuştur. Daha açık bir ifadeyle siyasete resmi adımın atmıştır. Yeri gelmişken burada bazı şeyleri netleştirmek gerekiyor. Günümüzde dünya sistemini belirleyici kabul eden ve hayatın sorunlarına ait İslâmî çözümleri olmayan bazı ilahiyatçılar yazılarında ve ekranlarda “İslâm’ın siyasi bir talebinin olmadığını” söylemektedirler. Benzeri bir hüküm cümlesini de ülkemizdeki bazı dindar(!) kesimler siyasete karşı sözde nefret dili kullanarak; “siyasetten Allah’a sığındıklarını” ifade ediyorlar. Her iki kesimin de buluşma noktası; siyasette aktif olmaktan Müslümanları uzaklaştırmaktır. Böyle bir yargının temelinde Kur’an’daki velayetle ilgili ayetlerden cehalet, peygamberlerin gönderiliş amaçlarını bilmemek, İslâm’ın, hayatın genişlik alanlarına dair düzenlemelerini kavrayamamak, birikim yoksunluğu, yaşanılan siyasive iktisadi sorunlara çözüm üretememek, başkalarına teslimiyeti kabullenmek, Müslümanlar üzerinde uzun emelleri olan kâfirlerin oyuncağı hâline gelmek, kimlik ayırımı yapmadan herkese itaat vb. durumlar olmakla beraber, elbette kötü niyet de vardır. Neticede bu görüşlerin hepsi de tarihin öznesi olmak yerine edilgenliği tercih etmektedirler. Müslümanlara parya muamelesi yapılmasını reva görmektedirler. Bu düşüncelerine dinden deliller getirerek dinin iktidar talebini inkâr etmektedirler.

Bilerek veya bilmeyerek Müslümanları ruhbanlık/papazlık medeniyetine monte etmeyi amaçlayan bu düşünceler hayata egemen olursa, İslâm dünyasının top yekûn ölümüdür. Çünkü edilgen hâle getirilen Müslümanların ellerinden tarihin öznesi olabilme isteği bile alınmaktadır.

Yeri gelmişken İslâm’ın siyasi yönü ile alakalı bir şeyler söylemenin zaruretine inanıyoruz. Şimdiye kadar hocalarımız siyasetin etimolojisi ile ilgili çok şeyler yazdıkları için biz tekrar buralara girmek istemiyoruz. Kavramsal çerçevenin iyi bilinmesini istiyoruz. Bu anlamda işe siyasetin dini açıdan tanımını yapmakla başlayalım. Siyaset; Kur’an ve sünnetten çıkarılan prensipler dâhilinde, insanların dünya ve ahiret selametlerini temin için Hz. Peygamber’e niyabeten/vekâleten ümmeti yönetme sanatıdır.

Böyle bir tanımın etkin olduğu siyasada hayatın anlamlandırılması vahiyle olur. Velayet Müslümanların elindedir. Hukukun kaynağı Kur’an ve sünnettir. İdareciler Müslüman, adil ve işlerini şura ile gören kimselerdir. Dağıtımda hiçbir dengesizlik yoktur. Halkın din, can, mal, akıl ve nesil/namus emniyeti sağlanmıştır. Kültürel ve cinsel fesat sıfırlanmıştır. Tekrar küfre ve zulme dönmemek için iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemek kurumsal hâle getirilmiştir. Kısaca vasıflarını saymaya çalıştığımız yerde Müslümanlar ve İslâm’ın ahkâmı nafiz olduğu için buraya İslâmî literatürde dar’u-l İslâm denilir.[1] Böyle bir mekânı tesis edebilmek için bütün peygamberler cihad etmişlerdir. Allah Teâlâ bu mücadelenin sonunda kimi peygamberlere “medine” kurmayı nasip ederken kimilerine de nasip etmemiştir. Üstünlük böyle bir medine’yi kurmaktan ziyade, kurmak için verilen mücadelenin keyfiyetindedir. Dolayısıyla müslümanların kıymetleri, verdikleri ihlaslı mücadeleyle doğru orantılıdır.

İslâm Dininin siyasi talepleri dinin tevhidilik prensibinin zorunlu sonucudur. Eğer din hayata müdahil olmaz yönetim işini zalimlere veya vahiyle hareket etmeyen kurumlara bırakacak olursa, emir alanının Allah’a tahsis edilmesi gerçekleşmediği için şirk ortaya çıkmış olur. Şirkin bu türüne siyasal şirk denilir ki en büyük temsilcisi Firavun ve onun gidişatını benimseyen tüm yöneticilerdir. Bu nedenle Kur’an’da Hz. Musa ile Firavun arasındaki mücadele daha çok anlatılmıştır. Peygamberler şirkin itikadi, sosyal, ahlaki, iktisadi ve siyasi alanlarına karşı mücadele vermişlerdir. Az önce ifade ettiğimiz gibi, Hz. Musa döneminde etkin olan şirk siyasal şirktir. Belam, Karun ve Haman, Firavun’un siyasal-askeri hâkimiyetine destek veren dini, iktisadi ve sanatsal kurumların temsilcileridir. Hz. Musa kıssasından hareketle Kur’an, Hz. Peygamber’e şunu söylemektedir: Hz. Musa’nın ümmeti nasıl ki siyasal şirke düşmüş ve firavun tarafından bu şirk rejimini destekleyen kurumlar oluşturulmuş ise, senin ümmetin de siyasal şirke düşecek ve şirki destekleyen benzeri kurumlar oluşturulacaktır. Tarihi bir tecrübeyi Musa Peygamber üzerinden size tanıtıyorum ki siyasal şirk dâhil şirkin bütün türlerinden kaçınasınız. Asr-ı saadet döneminden sonraki yapılanmalara ve modernitenin dayatılmasıyla başlayan süreçlere baktığımızda görürüz ki İslâm ümmetinin başındaki en büyük bela da siyasal şirktir.

Allah Teâlâ’nın emir alanını hiçe saymak, insanı ya da insanların oluşturduğu din karşıtı kurumları tanrılaştırmak biçimlerinde tezahür eden siyasal şirk aynı zamanda itikadi şirktir. Kur’an genelinde, şirke karşı verilmesi gereken mücadele yeterince ele alınmış, başta Peygamber Efendimiz olmak üzere diğer peygamberler de şirkin her türlüsüne tevhit mücadelesi vermişlerdir. Sonraki süreçteki Müslümanlar şirkin farklı tezahürlerini görüp tedbir almak yerine, şirki nesneler üzerine mutlaklaştırmışlardır. Bu basiret kararmasının ardından şirkin; itikadi, ahlaki, siyasi, sosyal, iktisadi yönleri hayatlarını kuşatmıştır.

Siyasal şirk, tercih edilen dünya görüşünün tamamında vahyin olmamasıyla kayıtlıdır. Vahye dayanan dünya görüşüne karşı beşeri olanı tercih edip iktidara taşımak ve hayatı Allahsızca anlamlandırmak siyasal şirktir.

[1] Şemsüddin Ebu Abdullah b. Müflh, Adab-ı Şeriyye, Kahire, trsz, c. I, s, 190.

MEHMET SÜRMELİ

admin

Soru ve görüşleiriniz için İrtibat: fikiratlasi1@gmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.