Tek Başına Bir Hadis Mecmuası: Ebu Hureyre (2)

Şia’nın İmamiyye fırkasına mensubiyeti ile şöhret bulan Abdulhuseyin Şerefuddin, Ebu Huyeyre’yi tenkit gayesi ile kaleme aldığı eserinin mukaddimesinde, “O, cahil, yoksul, yetim, üstü başı çıplak biridir” der. İslam’dan önce adının duyulmamasını da eleştiri konusu yapar. Bütün bunları söylerken ilmi esaslara riayet ettiğini, yalnızca hakkı dile getirdiğini de vurgulamaktan geri durmaz. [53]
Ümmi Oluşu

Yalanlarını perdelemek için samimiyet izharında bulunan yazar, hangi ilmi ölçüleri esas almaktadır?! Ümmi olmak ne zamandan beri insanların adaletini lekeler olmuştur?!

Cahiliyye devrinde okuma-yazma bilenlerin sayısı bir elin parmakları kadar azdı. Nitekim sahabenin çoğunluğu da İslam’dan önce ümmi idi. Allah onların kalbini İslam’a açınca yaşadıkları devrin ulu hocaları oldular. Bütün bir ümmetin üstatları kabul edildiler. Kur’an, Efendimiz’i (s.a.v.) anlatırken ümmi olduğuna vurgu yapmaktadır. Hadiseye vahyin ışığında bakıldığında görülecektir ki; ümmilik İslam adına bir noksanlık değil, bir kemaldir. Çünkü oryantalizmin İslam’ı farklı kültürlere isnat iddiası, ümmi oluşun bereketiyle işin başında çürütülmektedir. Ümmi bir medeniyetin tek bir iletişim vasıtası vardır; O da vahiydir. Sonra en büyük faaliyeti Allah’ın yarattığı kanunları keşfetmek olan beşeri ilmin Allah Teala’nın bilgisi katında değeri ne olabilir ki?! Beşeri bilginin nihai noktası yaratanın sırlarını keşfetmekse, bizzat yaratanın bilgisine ulaşanın ondan müstağni olması bir üstünlük izharıdır. Bu yüzden ümmilik basit müşahhas yerine, ulvi mücerrede talebe olmaktır.

Ebu Hureyre’nin (r.a.) ümmi oluşu İslami anlayış çerçevesinde değerlendirildiğinde bir eksiklikten öte, rivayet ettiği hadisler adına bir sigortadır. Çünkü yalancı olmakla itham ettikleri Ebu Hureyre (r.a.)-ilk planda- okuma yazma bilseydi; “bu adam geçmiş ümmetlerin kitaplarından alıp da bize aktarıyor” diye iftiralarına yeni bir malzeme bulacaklardı. Fakat ümmi oluşu tek bilgi kaynağının Hz. Rasülüllah (s.a.v.) olduğunu isbat, gayrisini ise tekzip eder.

İslam’dan Önceki Hayatı

Ebu Hureyre’nin (r.a.) İslam’dan önceki hayatının etraflı bir şekilde bilinmemesinin O’nun adaletiyle nasıl bir ilişkisi olabilir?! Ya da bu hangi açıdan O’na zara verir?! Ebu Bekir, Ömer, Osman, Sa’d, Ali, Abdurrahman b. Avf (r.anhüm) da İslam’dan önce gayri şehir kişiler değiller miydi?! Aynı mantıkla onların da adaletini tartışmaya mı açacaksınız?! Yoksa Müslüman olmak belli bir statüye sahip olanların mı hakkıdır?! Meşhur olmayanlar, varoşlarda yaşayanlar, mustazaflar İslam’ın neresinde durmaktadır?! Yazar ne der bilemem amma Kur’an, bütün statüleri geçersiz kılarak üstünlüğü takvada toplamaktır: “Allah katında en üstün olanınız ondan en çok korkanınızdır.”[54] Görüldüğü gibi müellif, Ebu Hureyre’yi (r.a.) tenkit telaşıyla Kur’ani ölçüleri de redde tevessül etmektedir.

Fakirliği

Ebu Hureyre (r.a.) fakirdi. Yazarın bu noktada söylediği doğrudur. Yanlış olan ise, Ebu Hureyre’nin (r.a.) fakirliğinden dolayı ayıplanması, adaletinin tartışmaya açılmasıdır. Dünyanın neresinde bir alim, fakir olduğundan dolayı tahkir edilmiştir?! Adaletin fakirlikle ne gibi bir ilişkisi olabilir?! Suffe Ashabı da fakirdi. O kadar ki, bazen günlerce aç kaldıkları olurdu. Hz. Rasülülah (s.a.v.) da kendini anlatırken “Ben (fakirlikten dolayı) kurutulmuş et yiyen kadının oğluyum.” demektedir. Kur’an, iffetli fakirlerin duruşunu takdirle yad eder: “(Yapacağınız hayırlar), kendilerini Allah yolunda cihada adamış, Allah’a taatten başka bir düşüncesi olmayan, o sebeple yeryüzünde dolaşıp kazanmaya imkan bulamayan, durumunu bilmeyen kişiye karşı gösterdikleri tokluktan dolayı onlarca zengin sayılan fakirlere verilmelidir. (Habibim!) Sen onları görünce yüzlerinden tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler.”[55]

Fakirliği cerhe sebep gören Şii müellif, değirmen çevirmekten dolayı elleri çatlayan, Hz. Fatıma ve iliklerine kadar fakirliği yaşayan Hz. Ali (r.a.) hakkında ne diyecek? Onların adaletine de ihtiyatla mı yaklaşacak?!

Fakirlik ancak kapitalist ve aristokrat toplumlar için sorun teşkil edebilir. Eğer İslam’da aristokrasinin itibarı olsaydı, Allah Rasülü’ne (s.a.v.) inanan ilkler arasında köleler yer almazdı.

Yazarın, Ebu Hureyre’nin (r.a.) üzerine alacak elbise, ayağına giyecek ayakkabı bulamamasını tenkit nedeni yapması da doğrusu anlaşılabilecek gibi değildir. Müellifin adalet kriterlerine uymayan öyle insanlar vardır ki; onlar Allah katında son derece muteberdirler. Cenab-ı Peygamber; “Kapılardan kovulan, saçı başı dağınık niceleri vardır ki; Eğer bir şeyi yapmaya dair yemin edecek olsalar muhakkak ki Allah Teala yeminlerinin gereğini yapar.”[56] buyurmaktadır. Sonra, ayakkabı sahibi olmak ne zamandan beri ve niçin adaletin sübutuna, aksi ise düşmesine neden olmaktadır?! Yoksa Allah Teala cennete girmeyi mucip şartlar zarfına lüks elbiseler giymeyi de mi koymuştur?! (Şenaatte oryantalizmi bile geride bırakan bir meşrep taassubuyla karşı karşıyayız.)

İslam’ı Kabul Ediş Zamanı

Şii müellif, Ebu Hureyre’nin (r.a.) İslam’ı geç kabul ettiğini iddia eder ve bu iddiadan hareketle bir takım indi mütalaalar serd eder.

Ebu Hureyre’nin (r.a.) Hayber’den çok önce Tufeyl b. Amr vesilesiyle İslam’ı kabul ettiğini, Hayber günü ise ilk defa huzur-u Nebi ile şerefyap olduğunu nakletmiştik. Bu ilk buluşmada Allah Rasülü (s.a.v.), Ebu Hureyre’ye (r.a.) ganimetten pay vermişti. O ise, bu esnada İbn Gavgal’ın katili Eban b. Saîd b. As’a hiçbir şey verilmemesini, taraf-ı Risalet’ten bizzat istemişti. Bu talep, Ebu Hureyre’nin (r.a.) Hayber’den çok önce Müslüman olduğuna, Yemen’de iken Müslümanlarla alakalı haberleri takip ettiğine işaret etmektedir. Hem o kadar ki; Allah Rasülü’nün (s.a.v.) huzurunda görüş beyan edecek derecede bir takip… Bütün bunlara rağmen, O’nun Hayber’den sonra Müslüman olduğunu kabul etmiş olsak dahi ne değişecek? Geç Müslüman olması bir kusur mu kabul edilecek?! Bu durumda Hayber’den sonra Müslüman olan Halid b. Velid, Amr b. As, Osman b. Ebi Talha ve diğerleri (r.anhüm) için denilecek?

Rivayet Tarzı

Sünnet ve Cemaat anlayışına yönelik insaf dışı tenkitleriyle şöhret bulan Ahmed Emin, Ebu Hureyre’nin (r.a.) hadisleri yazmayıp hafızasından rivayet etmesini[57] O’nun adına bir eksiklik kabul eder.

Hadis tarihiyle alakalı malumatı olan herkes, rivayetleri kafa arşivinden nakletme noktasında Ebu Hureyre’nin (r.a.) yalnız olmadığını, ashabın neredeyse tamamının aynı usulü takip ettiğini bilir. Zaten Ebu Hureyre (r.a.) de kendisinin hadis yazmadığını, sadece Abdullah b. Amr b. As’ın (r.a.) duyduklarını kayda geçtiğini itiraf etmektedir. Aslında Ahmed Emin de İslam’ın ilk asrında hadislerin hafızalarda korunduğunu ve oralardan nakledildiğini söylemektedir. Fakat hadiseyi mevcut bağlamından koparıp Ebu Hureyre’ye (r.a.) tahsis ederek okuyucu zihninde şüphe uyandırmaya çalışmaktadır. Nitekim ashabın hafızasını ve Saadet Asrı’ndaki durumu bilmeyenler üzerinde de etkili olmuştur.

Genelde Sünnet düşmanları özelde ise Ahmed Emin, Ebu Hureyre (r.a.) hakkında şüphe oluşturup hadis mecmualarının itibarını zedeleyebilmek için, normal olayları olağan üstüymüş gibi takdim eder; “Madem ki Ebu Hureyre (r.a.) kayda geçmeden hadis rivayet etmiştir, bu durumda sıklıkla yanılmış olması mümkündür” demek ister.

***

Allah Rasülü (s.a.v.) Ebu Hureyre’ye (r.a.) dua etmiştir. Peygamber duasının bereketi O’na unutmaz bir hafıza nasip etmiştir. O duaya güvenerek sahabenin ileri gelenleri Ebu Hureyre’den (r.a.) hadis rivayet etmişlerdir. Bu, O’nun güvenilir bir hafızaya sahip olduğunun açık bir delilidir. İmam Buhari, sahabe ve tabiinden olup da Ebu Hureyre’den (r.a.) hadis rivayet edenlerin sayısının sekiz yüzü aştığını bildirmektedir. Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Cabir b. Abdillah, Enes b. Malik (r.anhüm) ondan hadis rivayet eden sahabiler arasındadır.[58] Ebu Hureyre (r.a.) ile çağdaş olan alim sahabiler, O’ndan hadis alırken, Ahmed Emin’in, O’nun hadis yazmamasını gerekçe gösterip rivayetlerinden istinkaf etmesi, oryantalist düşünceye hizmetten başka bir izah kabul etmez.

***

Güvenilir bir hafızaya sahip olan ve ulema nezdinde doğruluğu ile tanınan bir muhaddisin, kitaptan rivayet etmemesi ilmine halel getirmez. Hatta bazı alimler kuvvetli bir hafızaya sahip olan bir muhaddisin ezberden rivayet etmesini, başka bir muhaddisin eserinden rivayet eden ravinin hadisinden daha üstün kabul etmişlerdir. Bu noktada usul alimleri şöyle demektedir: “Biri işitme, diğeri ise yazı yolu ile alınan iki hadis tearuz ettiğinde işitme yoluyla sabit olan daha üstün kabul edilir.” Çünkü, bizzat Allah Rasülü’nden (s.a.v.) işitilen hadiste uydurma ve hata ihtimali azdır.

İlim-irfan geleneğinde şifahi eğitim, kitabi olandan çok daha eskidir. Yazının tarihi birkaç bin yıl geriye giderken, sözün tarihi ta Hz. Adem’e uzanır. Yazının icadından sonra da şifahi eğitim gücünü korumuştur. Allah Rasülü (s.a.v.) de hadislerin şifahi usulle alınmasını talep etmiştir. Hadislerin Kur’an’la karıştırılmaması –bu hususta- Efendimiz’in (s.a.v.) öncelikli amacı olmuştur. Şüphesiz bunun tedbirini de manen almıştır; Ebu Hureyre (r.a.) gibi hadiste büyük vazife üstlenecek hafızaların kemali için dua etmiştir.

Kitaplara bağlı kalmak, insana rehavet aşılar. Böyle birisi tahsil ettiği müktesebatını sadece muhtaç olduğu zamanlarda ziyaret eder. Fakat ezberin muhafazası güç olduğundan sürekli aktivite ister. Bu yüzden Ebu Hureyre’nin (r.a.) sürekli hadis rivayet etmesi, hata yapmasına değil yapmamasına neden olmuştur.

Rivayette En Önde Olması

Şii müellif Abdulhüseyin, Ebu Hureyre’ye (r.a.) ait hadislerin 5374 gibi bir rakama ulaşmasına, Buhari’nin ise O’ndan 446 hadis rivayet etmesine inkar dolu bir taaccüple bakar. Kendince şöyle bir akıl yürütür; Dört halife uzun yıllar Hz. Rasülülah (s.a.v.) ile birlikte olmalarına rağmen toplam rivayetleri ancak Ebu Hureyre’nin (r.a.) % 27’sine tekabül ediyor. Zira Ebu Bekir’den (r.a.) rivayet edilen hadisler 142, Hz. Ömer’e (r.a.) isnad edilenler 537, Hz. Osman’dan (r.a.) mervi olanlar 146, Hz. Ali’ye (r.a.) ait olanlar ise, 586’dır. Yekunu ise 1411’dir.

Akıl sahiplerini düşünmeye çağıran müellif, Ebu Hureyre’nin (r.a.) İslam’a geç girmesini (!) ve ümmi oluşunu gerekçe göstererek adaletini cerh eder. Dört Halife’nin İslam’da ilklerden olmalarını, vahyin gelişine tanıklık etmelerini, yirmi üçü Efendimiz’le (s.a.v.) birlikte, toplam elli iki yıl İslam’ın içinde yer alışlarını, ümmeti sevk ve idaredeki başarılarını anlatır. Ardından da “Durum bu iken, tek başına Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edilen hadisler nasıl olur da dört halifenin rivayetlerinden kat be kat daha fazladır?” diye sorar.

Ebu Hureyre’ye (r.a.) karşı tarifi imkansız bir kin besleyen Şii müellif; “Bana iki kap ilim verildi, birini rivayet ettim, diğerini anlatsaydım boğazım vurulurdu. ” hadisini zikrederek O’nunla alay eder. Ebu Hureyre’nin (r.a.) Hz. Rasülülah’ın (s.a.v.) halifesi olmadığını, bu yüzden sır kapsamında değerlendirilebilecek hadisleri öğretme noktasında Efendimiz’in (s.a.v.) O’nu tercih etmesinin mantıksız olduğunu söyler. Yazara göre, Ebu Hureyre (r.a.) aşağılık bir adamdır. Muhatap alınıp hakkında tek kelime söylenmesi bile doğru değildir.

Müellif, “Ebu Hureyre (r.a.) ne hadis gizler, ne de yazar.” rivayetinin yukarıdaki hadisle (Viaeyn Hadisi) çeliştiğini de iddia eder. Çünkü yazara göre ilk hadiste açıkça hadisi rivayet etmekten istinkaf etmenin itirafı vardır. Her hadisede olduğu gibi, bu hususta da O’nunla alay eder. Kendince bir takım farazi sorular üretir ve yanıtlar.

“Rasülülah’ın (s.a.v.) ashabı içerisinde benden daha fazla hadis rivayet eden olmadı. Ancak Abdullah b. Amr (r.a.) müstesna. Çünkü o yazıyordu. Ben ise yazmıyordum.”[59] Yazara göre, bu hadis, Ebu Hureyre’nin (r.a.) en fazla rivayeti olan sahabi olması gerçeğiyle çelişir. Açıkça rivayette kesretin Abdullah b. Amr’da (r.a.) olduğunu söyleyen Ebu Hureyre’nin (r.a.) hadisleri 5374, Abdullah’ın ki ise 700’dür.[60]

Tashih Bir: Mustağriplerin Göremediği

Ebu Hureyre’nin (r.a.) Allah Rasülü (s.a.v.) ile olan üç yıllık birlikteliğe 5374 hadis sığdırması olağan üstü bir hadise değildir. Çünkü o devir insanları içerisinde daha kısa zamanda O’ndan kat be kat daha fazla metin ezberleyenler vardır. Nitekim kitaplarda uzun şiirleri bir defada hıfzeden nice şahsiyetlerin hatıraları mevcuttur. Ebu Bekir’in (r.a.) nesep bilgisi, Aişe’nin (r.ah.) şiir birikimi, Hammad’ın eyyam-ı arab malumatı[61] karşısında Ebu Hureyre’nin (r.a.) üç yıla sığdırdığı nedir ki? Sonra, klasik usulde bir medrese talebesi dahi kısa zamanda Nahiv’de; “Elfiye”yi, Akaid’te; “Emali”yi, Hadis Usulünde; “el-Menzumet’ul-Beykuniyye”yi, Furu’ fıkıhta “Kuduri”yi … ezberler, öyle icazet alırdı. Moritanya’da bu gün bile onlarca Kütüb-i Sitte hafızı vardır. Yazarın Ebu Hureyre (r.a.) ile Raşid Halifeler arasında yaptığı oranlamayı medrese müfredatı ile Ebu Hureyre (r.a.) arasında yaptığınızda göreceksiniz ki üç yılda ezberlenen 5374 hadis, altı ayda bir acem tarafından ezberlenen 6666 ayete nisbetle (şöhretinden dolayı bu rakam kullanılmıştır.) hiç de hayreti mucip değildir.

Rivayetlerin çokluğuna hafıza açısından bakıldığında, Ebu Hureyre’nin (r.a.) beş bin küsür hadisi rivayet etmesi makuldür. Fakat bütün bu makuliyet içerisinde sadece Ebu Hureyre’ye (r.a.) ait bir takım hususiyetler vardır ki; onlar hesaba katıldığında rivayetlerin bilinen sayıdan aşağıda olmasında bir olağan üstülük olmaktadır. Çünkü Ebu Hureyre’nin (r.a.) üç yıl Allah Rasülü (s.a.v.) ile birlikte olması, Suffe’nin başkanı sıfatıyla Efendimiz’le (s.a.v.) sürekli irtibat kurması, hadis tahsili için aç karnına taş bağlayıp Peygamber’in gündemini takip etmesi, başka türlü izah kabul etmez.

İbn Ömer[62], Talha b. Ubeydillah[63], Ebu Eyyup el-Ensari[64] (r.anhüm.) gibi sahabiler de Ebu Hureyre’nin (r.a.) hadis ilmindeki yüksek mertebesini itiraf etmekte ve bunu Allah Rasülü (s.a.v.) ile olan birlikteliğine bağlamaktadırlar.

Son Üç Yılın Bereketi

Efendimiz’in (s.a.v.) son üç yılı, ictimai, siyasi, hukuki bir çok mühim hadiseye tanıklık etmiştir. Çünkü Kureyş’in ateşkesi ardından bütün mesaisini İslam’a davete hasretti. Farklı bölgelere İslam elçilerini gönderdi. Medineye’de “Ceziretu’l-Arap”ın her köşesinden kabileler geldi. Ebu Hureyre (r.a.), Allah Rasülü’nün (s.a.v.) baş ucunda bekleyen müdakkaik bir talebe suretinde bütün bu olup-bitenlere tanıklık etti. Gözleriyle gördü, kulaklarıyla işitti ve yüreğiyle ezberine aldı. Kimsenin sormaya cesaret edemediği konuları Hz. Rasülülah’a (s.a.v.) sorup-öğrendi.[65]

***

Ebu Hureyre’nin (r.a.) beş bin küsür hadis rivayet etmesi tamamiyle olağan bir durumdur. Bu noktada diğer sahabilerin Ebu Hureyre (r.a.)ile benzer konumda olamamalarının sırrı ise Allah Rasülü’nün (s.a.v.) Ebu Hureyre’ye (r.a.) yönelik hususi dualarıdır. Peygamber duasının bereketi rivayetlerin miktarına etki emiştir. Bunu anlayabilmek için, muhakkak mümin olmak gerekmez. Tarihi verileri tahrif etmeden okuma dürüstlüğüne katlanan herkes rivayet noktasında Ebu Hureyre’nin (r.a.) hangi amillere binaen “kümbetler arasında yükselen bir Kubbe-i Harda” olduğunu idrak edecektir.

Tashih İki: Kırk Yıllık Tahsil

Ebu Hureyre (r.a.) rivayet ettiği hadislerin bir kısmını sahabeden almıştır. Ashabın birbirinden rivayeti ise meşhur ve makbuldür. Böyle bir rivayetin kusurlu kabul edilecek bir yönü yoktur.[66] Ebu Hureyre’ye (r.a.) ait hadislerin madem ki önemli bir bölümü sahabeden rivayet edilmiştir. Bu durumda O’nun hadis tahsili üç yılla sınırlandırılamaz. 5374 hadisin arka planında Efendimiz’den (s.a.v.) sonra yaşanan kırk küsür yıllık ömür de vardır.

Tashih Üç: Raşid Halifelerle Ebu Hureyre’nin Mukayesesi

Yazarın, Raşid Halifelerin tamamının Ebu Hureyre (r.a.) kadar hadis rivayet etmemesi hususunda ki ifadesi, tashih cihetiyle en az diğerleri kadar aciliyet arz etmektedir.

Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali (r.anhüm) İslam’a girme noktasında Ebu Hureyre’den (r.a.) öndedirler. Buna rağmen O’nun kadar hadis rivayet etmemişlerdir. Bütün bunlar doğrudur. Fakat bu doğruluk Ebu Hureyre’nin (r.a.) cerh edilmesini mucip değildir. Çünkü raşid halifeler Efendimiz’den (s.a.v.) sonraki hayatlarında umuru devletle iştigal ettiler, çeşitli bölgelere alimleri, kurraları, kadıları gönderdiler. Onlar da tıpkı halifeler gibi bulundukları yerlerde taşıdıkları emanetin gereğini yerine getirdiler. İslam ümmetinin refahı için çalıştılar. Herkes hususi vazife alanında var oluşunun gereğini ifa etti. Hadise bu minval üzere iken çıkıp da şunu yapan, niçin bunu da yapmamıştır diyemezsiniz. Futuhat ile uğraşan Halid b. Velid’in az hadis rivayet etmesi, nasıl levm edilmesine medar olamayacaksa, ilimle iştigal eden Ebu Hureyre’nin (r.a.) de çok hadis rivayet etmesi yadırganmasına vesile ittihaz edilemez. Bu mantıkla hareket edenler Osman b. Affan’ı (r.a.) ya da Abdullah b. Amr’ı fetih sancağını taşımadılar diye de ayıplayacaklar mı?!

Ebu Bekir (r.a.) , Efendimiz’in (s.a.v.) irtihalinden sonra iki yıl yaşadı. Bütün bu zaman zarfında devlet başkanı olarak görev yaptı. Şartlar, hadis rivayet etmesine mani oldu.

Hz. Ömer (r.a.), Medine’de şehrin dışında “Avali” denen yerde oturur, şehir merkezine arkadaşıyla münavebeli olarak inerdi. Hilafet yıllarındaki yoğun devlet gündemi de buna eklendiğinde neden 537 hadis rivayet ettiği aşikar olur. Hz. Osman (r.a.) ve Ali (r.a.) içinde benzer nedenler geçerlidir. Buna mukabil Ebu Hureyre (r.a.), seferde, hazarda sürekli Allah Rasülü (s.a.v.) ile birlikteydi. Ömrünü ilme adamıştı. Siyasi işlerin de dışında kalmıştı. Bu yüzden O’nunla Raşid Halifeler arasında bir denge aramak, kıyas yapmak büyük bir hatadır.

Tashih Dört: Manası Tahrif Edilen Hadis

Yazarın, “Viâeyn” hadisi ile alakalı istihzalarına bakıldığında Ebu Hureyre’yi (r.a.) kafasında ki ideolojik doğruları tahkim edebilmek, mezhebine meşruiyet kazandırabilmek için okuduğu anlaşılmaktadır. Muhtemelen O düşünüyor ki; Ebu Hureyre’nin (r.a.) çökertilmesiyle topyekün Sünnet ve Cemaat Anlayışı da çökecektir. Bu yüzden en sahih rivayetleri dahi hiç bir oryantalistin çarpıtamadığı kadar tahrif etmektedir.

Hususi konularda Peygamber’e sırdaş olmak alay değil, tebrik mevzuudur. Sonra Ebu Hureyre (r.a.) sırriyette hususileşen tek sahabi de değildir. Huzeyme b. Sabit herkesin iki şahitle katılabileceği davalarda tek başına şahadet etmiş, Efendimiz (s.a.v.) de kendine has bir davada O’nun şehadetini kabul etmiştir. Huzeyme’ye bu yetkiyi bizzat Allah Rasülü (s.a.v.) vermiştir. Ebu Bekir (r.a.) gibi, Ömer (r.a.) gibi sahabilere rağmen münafıkların listesini yalnızca Huzeyfe (r.a.) biliyordu. Muaz b. Cebel (r.a.) Allah Rasülü’nün (s.a.v.) sırdaşlarındandı. Ölüm döşeğinde iken “ilmi gizleyen” biri olma korkusuyla Allah’tan istiğfar ederek etrafındakilere şu hadisi nakletmişti: “Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki; ‘Kalbiyle tasdik ederek Kelime-i Şahadeti okuyan hiçbir kimse ateşte yanmayacaktır.’ Bunu insanlara haber vereyim mi ki sevinsinler Ya Rasülellah dedim. Efendimiz (s.a.v.): ‘Bu durumda O’na güvenirlerde ibadet etmezler.’ buyurdu.”[67]

Huzeyme, Huzeyfe, Muaz b. Cebel ya da diğerleri Allah Rasülü’nün (s.a.v.) ne veliahtları ne de kendinden sonra gelecek halifeleriydi. Fakat Efendimiz (s.a.v.) onlara bir takım özel bilgiler verdi. Kimi, onları kendisiyle birlikte mezara götürdü. Kimi de ilmi gizleme korkusuyla ölüm döşeğinde iken tebliğ etti. O (s.a.v.), hususi şahıslara, hususi bilgiler verdi. Madem bu Ebu Hureyre (r.a.) ile sınırlı olmayan bir sünnettir, bu durumda Ebu Hureyre (r.a.) ile veliaht muhabbeti yapıp istihza eden yazar gerçekte o sünnetin sahibi Allah Rasülü (s.a.v.) ile alay etmektedir. Ne ki Şii müellif bunu İslam adına yapmaktadır.

Tashih Beş: Viaeyn Hadisi

Yazarın iddia ettiği gibi “Viâeyn” hadisi “Ebu Hureyre (r.a.) ne hadis gizler ne de yazar” rivayetiyle çelişmektedir. Çünkü Ebu Hureyre (r.a.)iman esasları ya da ahkam-ı fıkhıyye ile alakalı faydalı ve öğrenilmesi zorunlu olan bir ilmi gizlemiyor. Gizlenmesi söz konusu olan malumat, bazı kıyamet alametleri ya da Müslümanların ileriki yıllarda karşılaşacakları fitneleri muhtevidir.[68]

Tashih Altı: Abdullah b. Amr ve Ebu Hureyre

Sahabe içerisinde Ebu Hureyre’den (r.a.) daha alimleri de vardı. Fakat kimi hususi meslekleri itibariyle, kimi de yanılma endişesiyle Ebu Hureyre (r.a.) kadar hadis rivayet etmedi. Bu yüzden Ebu Hureyre’nin (r.a.) en fazla hadis rivayet eden sahabi olması diğerlerinin ilmi kudretini lekelemez. Abdullah b. Amr’ın (r.a.) hadisleri yazmasına rağmen rivayetlerinin yedi yüzlerde kalması ise daha çok O’nunla alakalı bir durumdur. Ebu Hureyre’nin (r.a.) “O yazardı, ben yazmazdım.” hadisi ile istidlal edip “işte Ebu Hureyre (r.a.) kendi ağzıyla hadis uydurduğunu itiraf etti.” demek metni tahrif edip sonrada Ebu Hureyre’ye (r.a.) isnat etmektir. Fakat yazar, ben metinden anlatılanı değil de anlamak istediğimi istinbat ederim derse, o zaman “ya selam” demekten öte söyleyecek bir sözümüz olmaz.

Abdullah b. Amr’ın (r.a.) rivayet ettiği hadislerinin Ebu Hureyre’ye (r.a.) nisbetle az olmasının arka planında şu gerçekler vardır:

Abdullah b. Amr (r.a.) ilimden ziyade ibadetle iştigal ederdi. O kadar ki, evlendiği ilk gece dahi ibadet etmeyi hanımıyla birlikte olmaya tercih etmişti.

Abdullah (r.a.) hadisleri rivayet etme yerine bizzat yaşardı. Kendi iç dünyasında yoğunlaşması rivayetlerinin de az olmasına yol açtı.

Abdullah b. Amr (r.a.) büyük şehirlerin fethinden sonra genellikle Mısır ve Taif’de ikamet etti. İlim tahsil edenler ise, Medine gibi bu iki şehre seyahat etmezlerdi.

Ebu Hureyre (r.a.) vefat edinceye kadar Medine’de fetva ve hadis rivayetiyle iştigal etti. Mescid-i Nebevi’de oturur, kilometrelerce mesafeleri O’ndan hadis dinlemek için kat eden Müslümanlara Hz. Peygamber’den duyduklarını anlatırdı. Haliyle etrafında ilim haleleri oluşmuştu. Yüzlerce kişi, O’nun, ravisi olduğu hadisleri rivayet edebilmek için birbirleriyle yarışırdı.

Efendimiz’in (s.a.v.) Ebu Hureyre’ye (r.a.) özel duası vardı. Yazmadı, fakat rivayet ettiğini bir daha hiç unutmadı. Bu noktada hafızası müteaddit kereler sınandı, görüldü ki, Hz. Rasülülah’ın (s.a.v.) “Allah’ım O’na unutulmaz ilim ver.” duası bütün varlığıyla karşılık bulmuş. Abdullah (r.a.) ise benzer içerikli bir duaya muhatap olmamıştı.

Abdullah b. Amr (r.a.) , Şam’da bir deve yükü kadar Ehl-i Kitap’ın eserlerinden temin etmişti. Onlara bakar bazen de onlardan rivayet ederdi. Bu yüzden tabiinin ileri gelenleri İsrailiyyat karışır endişesiyle Abdullah’tan hadis almaya pek yanaşmadılar.[69] Rivayetlerinin yedi yüzlerde kalmasında, Hz. Muaviye ve Yezid devrinde hadis rivayetinin engellenmesinin de büyük payı vardır.[70]

Bütün mesaisini ilme hasreden bir talebenin bilmesine değil, bilemesine hayret edilir. Bu yüzden karın tokluğuna, Allah Rasülü’ne (s.a.v.) mülazemet eden Ebu Hureyre’nin çok hadis rivayet etmesi vazifesini hakkıyla ifa ettiğine işaret eder.

KA’BU’L-AHBAR BAHSİ

İslami ilimler zarfında İsrailiyyat’ın azim bir tesire sahip olduğunu iddia eden zındıklar, Ka’bu’l-Ahbâr’ın sahabe ile olan münasebetini indi mütalaalarla kendi lehlerine kullanmak istemişlerdir. Ka’b’ın, zındıkların ifsad gayretine malzeme edilmesinin en baş nedeni ise, O’nun aslen Yahudi olmasıdır. Yemen’de dünyaya gelen ve hicri on iki yılında Hz. Ömer’in (r.a.) devr-i hilafetinde Müslüman olan Ka’b’ı[71] müsteşrik ve müstağrip koalisyonu ısrarla İslam’ı tahrif etmek için faaliyet gösteren gizli bir komitenin üyesi olarak da takdim etmektedir. Bundan gayesi ise, sahabe ile bilgi alış-verişinde bulunan Ka’b’ın İslami disiplinlere İsrailî bir çok malumatı dahil ettiği kanaatini yaymaktır.

Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve Ebu Hureyre (r.anhüm), Ka’b’tan bir takım rivayetlerde bulunmuştur. Şii müellif Abdulhüseyin[72] ve Muhammed Ebu Reyye, Ebu Hureyre’nin (r.a.) Ka’bu’l-Ahbar’dan nakillerde bulunmasını O’na talebelik yapmak olarak niteler, ardından da Ebu Hureyre’nin (r.a.) rivayet ettiği hadislerin gerçekte Ka’b’tan mervi olduğunu iddia eder. Tarifi imkansız bir derecede Ebu Hureyre (r.a.)düşmanı olan Ebu Reyye; O büyük sahabinin Ka’b’tan duyduklarını Allah Rasülün’den (s.a.v.) işitmiş gibi naklettiğini, gerçekte ise O’nun Ka’b’ın elinde bir oyuncak olduğunu söyler. Ebu Reyye, çürük iddialarını destekleyebilmek için birkaç hadisi de davasına tanık gösterir.[73] Fakat delil olarak takdim ettiği hadislerin hiç birisinde muvaffak olamamıştır.

Tashih

Kimin ne derece mümin olduğunu ya da nasıl bir imana sahip olduğunu yalnız Allah Teala bilir. Bu yüzden Ka’b’ın Yahudi olması iman edişine engel teşkil eder, denemez. Nitekim Allah Rasül’ü (s.a.v.) kimseyi sahip olduğu etnik ya da dini kökenden dolayı geri çevirmemiştir. Ka’b’ın yaptıkları ya da söylediklerine bakmak yerine, etnik kökeninden dolayı imanını sorgulamak, İslami bir ameliye de değildir. Ayrıca Ka’b’ın imani noktada ki güvenirliği asrının tanıkları tarafından da tasdik edilmiştir. Hadis rivayetinde önde olan sahabilerin ondan rivayet etmeleri de buna işaret etmektedir.

Ka’b cumhura göre Sika bir ravidir. Bu yüzden adı, zayıf ve metruk ravileri muhtevi eserlerde geçmez. Zehebi, “Tabakatu’l-Huffaz”da, İbn Asakir “Tarih-u Dimeşk”de, Ebu Nuaym “Hilye”de, İbn Hacer Askalani “el-İsabe”de ve “Tehzibu’t-Tehzip”te ondan bahseder. Hadis münekkitleri Kab’ın güvenilir bir ravi olması hususunda ittifak halindedirler.[74]

Hicri on iki yılında Müslüman olan Ka’b, Medine’ye gelince Ebu Hureyre (r.a.) ile birlikte olmaya önem vermiştir. O, Ebu Hureyre’ye (r.a.) geçmiş ümmetlerin haberlerinden nakiller yapmış Ebu Hureyre de (r.a.) O’na, Allah Resülü’nün hadislerini rivayet etmiştir. Ebu Hureyre’yi (r.a.) Ka’b ile olan bu bilgi paylaşımından dolayı tenkit etmek, hiçbir usul ve esasa dayanmayan ideolojik bir okumadır. Çünkü her hangi bir Müslüman’ın İslami ölçüler çerçevesinde eski ümmetlerle alakalı malumata sahip olması ve O’nu kullanması meşrudur. Nitekim Allah Rasülü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “İsrail oğullarından haber verin. Bunda hiçbir sakınca yoktur.”[75] İsrailî bilgiyi kullanmada ki kesin ölçüye gelince; o şu şekilde formüle edilmiştir: “İslam’ın doğruladığı kabul, tekzip ettiği reddedilir. Bunun dışındakilerde ise tevakkufta bulunulur.”[76]

Ebu Hureyre’nin (r.a.) rivayet ettiği hadislerin gerçekte Ka’b’a ait bilgiler olduğunu fakat Ebu Hureyre’nin (r.a.) onları Allah Rasülü’ne (s.a.v.) isnat ederek İslamileştirdiğini iddia etmek ise ancak insaf fukaralarının nasibi olabilir. “Her kim benim ağzımdan bilerek yalan uydurursa cehennemde ki yerini hazırlasın.”[77] hadisini rivayet eden sahabilerden biri de, Ebu Hureyre (r.a.) olsun, sonra da Ka’b’tan dinlediği İsrailî bilgiyi hadis diye rivayet etsin, ne mümkün! Maalesef ki, Ebu Reyye’nin ölçü tanımaz düşmanlığı Ebu Hureyre’nin (r.a.) çok sıradan hareketlerini dahi O’nun aleyhinde ki bedihi deliller gibi takdim etmesine sebep olmuştur.

Yanlış Yere İsnad Edilen Bir Hadis

Ebu Reyye’nin, Ka’b’ın İsrailî bilgisinden nakil olduğunu iddia ettiği Ebu Hureyre (r.a.) hadisleri, gerçekte farklı yollarla bir çok sahabi tarafından da rivayet edilmektedir. Bu durumda, Ka’b’ın bütün bir ashabı etkilediği mi söylenecektir?! Ebu Reyye’nin istidlal ettiği hadislerden birisini tahlil ederek hadiseyi vuzuha kavuşturalım: “Cennette öyle bir ağaç vardır ki, bir atlı gölgesinde yüz sene yürür (yine de mesafeyi kat edemez.). Bu hadisi Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet eden hadis allameleri arasında şu isimler vardır: Ahmed b. Hanbel (Müsned), Müslim (Sahih), Buhari (Sahih), Abdurrezzak (Musannef), Tirmizi (Camiu’s-Sahih)… Allah Rasülü’nden (s.a.v.) söz konusu hadisi rivayet eden diğer sahabiler ise şunlardır: Enes b. Malik, Ebu Saîd-i Hudri, Sehl b. Sa’d[78], Abdullah b. Abbas, Esma binti Ebi Bekr(r.anhüm) .[79]

İbn Kesir bu hadisin mütevatir olduğunu, yollarının farklılığı, isnadının güçlü oluşu ve ravilerinin güvenirliliğinden dolayı da, münekkit hadis alimleri tarafından kesin bir dille sihhatinin vurgulandığını bildirmektedir.[80]

Bir çok sahabiden rivayet edilen bu hadisi sonraki kuşaklara nakledenler arasında tabiinin büyükleri de vardır. Bütün bunları Ka’b aldatmıştır mı diyeceksiniz?! Muhal farz, bu iddia doğru olsun, bu durumda Ka’b bu sözle ne kast etmiş olabilir? Niçin böyle bir ameliye içerisinde olsun?! Sonra hadis rivayet ederken acaba gayri ihtiyari olarak Efendimiz’in (s.a.v.) tek bir kelimesini farklı rivayet eder miyim endişesiyle yüzünün rengi değişen, gözleri kan çanağına dönüşen, boğazındaki damarlar patlarcasına şişen sahabenin Ka’b’ın sözünü Allah Rasülü’ne (s.a.v.) isnat etmesine sessiz kalması ne mümkün!

Ebu Reyye ya da diğerleri niçin Ebu Hureyre (r.a.) üzerinde başkalarının tesirini ararlar? Onlara göre Allah Rasülü (s.a.v.) Ka’b kadar bir etkiye sahip değil midir ki, O’nun hadisleri dururken Ebu Hureyre (r.a.) Ka’b’ın İsrailî biligisini rivayet etsin.

Ebu Hureyre’yi (r.a.) Efendimiz’den (s.a.v.) başkasına isnat etmek en basitinden ideolojik okuma mahkumiyetidir. Ne ki, sadece oryantalistlerin gör dediklerini görenler duruşlarını değiştirmedikçe en bedihi hakikatleri, en çarpık bilgi diye nakletmeye devam edeceklerdir.

HANEFİLER ADINA İŞLENEN CÜRÜM

Ebu Hureyre’ye (r.a.) karşı oluşturulan müsteşrik ve mustağrip birlikteliğinin istismar ettiği konulardan biri de, Hanefi Fakihlerin O’nun rivayet ettiği hadislerle olan münasebetidir. Ahmed Emin’e göre, Hanefi Fakihler “Musarrât” (sütün sağılmayarak memede toplanması)[81] hadisinde olduğu gibi, Ebu Hureyre’nin (r.a.) kıyasa aykırı buldukları rivayetleriyle amel etmemişlerdir.[82]

Ahmed Emin’e göre, Hanefiler, Ebu Hureyre’nin (r.a.) rivayet ettiği “Musarrât” hadisini sahih kıyasa muhalif gördüklerinden reddetmişlerdir. Çünkü kıyas, Kur’an, Sünnet ve İcma ile sabit bir delildir. Kıyasa muhalif olan, bu üç esasa da muhalif kabul edilir. “Musarrât” hadisi de sahih kıyasa ve şer’i kaidelere aykırıdır. Çünkü telef edilen sütün ne kadar olduğu tayin edilmeden karşılığında tazminat olarak bir sa’ hurma emredilmektedir. Halbuki Kur’an ve Sünnet’e göre telef olan bir şeyin misli ya da kıymeti ile tazmin edilmesi gerekir. Ahmed Emin, meseleyi bu şekilde anlatırken; hadisin kıyasa aykırı olması durumunda Hanefilerin kıyası hadise takdim ettiklerini ve bunu da sadece Ebu Hureyre’nin (r.a.) hadisleri için geçerli bir metot kabul ettiklerini ihsas ettirmektedir.

Tashih

Hanefi Fakihler’in kıyası hadise takdim etmeleri gerçeklik değeri olmayan bir iddiadır. Ebu Hanife Hazretleri başta olmak üzere O’nun bütün talebeleri, ravi, fakih olsun ya da olmasın mutlak olarak hadisi, kıyasa takdim etmişlerdir. Sadece, sonraki dönem usulcülerden Fahru’l-İslam Pezdevi, İsa b. Eban ve Ebu Zeyd Debusi’nin bu husustaki kanaatleri seleflerinden kısmi farklılık arz eder. Onların formüle ettikleri yaklaşım ise şu şekildedir: Ravi fakih ise, mutlak manada rivayet ettiği hadis, kıyasa takdim edilir. Fakih değil ise de aynı işlem yapılır. Fakat bu durumda hadis, bütün kıyaslara aykırı ve re’y kapısını da kapatıyorsa söz konusu işlem ters işletilir.[83] Yani kıyas, hadise takdim edilir.

Görüldüğü gibi Hanefiler, mutlak olarak kıyası, hadis üzerine takdim etmemişler, sadece taklit devri usulcülerinden bazıları yukarıdaki şartlar muvacehesinde meseleye bir sınırlama getirmişlerdir. Fakat bu, Hanefiler’in geneline ait bir görüş değildir. Nitekim Ebu Hanife, hiçbir zaman hadisin bulunduğu yerde kıyasa başvurmamış, hatta sonraki dönem muhaddisler tarafından zayıf kabul edilen bazı rivayetleri dahi kıyasa takdim etmiştir. O, ictihadına aykırı bir haber-i vahid’e rastladığında ravinin fakih olup-olmamasına bakmaksızın hadise göre amel edip önceki fetvasını terk etmiştir. Nitekim parmakların diyetini faydalarına göre belirlemiş, başparmağın diyetini diğerlerinden fazla tesbit etmişti. Daha sonra “Bütün parmaklar eşittir.”[84] hadisine ulaşınca önceki görüşünden dönmüştür. Hayızın üst sınırını on beş gün olarak tayin etmiş, daha sonra Enes b. Malik’ten rivayet edilen “Hayız üç günden on güne kadardır. Fazlası istihazadır.”[85] hadisini görünce ilk örnekte olduğu gibi birinci görüşünden rucu’ etmiştir.[86] Son örnekte dikkat edilmesi gereken bir husus daha var ki oda şudur: Ebu Hanife fakih addedilmemesine rağmen Enes b. Malik’ten rivayet edilen hadisle amel etmiş ve ona dayanarak önceki ictihadını terk etmiştir. Bu da göstermektedir ki; Ebu Hanife ve ilk kuşak Hanefi Fakihler kastedilerek söylenen, onlar; “fakih olmayan ravilerin hadislerini kıyasa aykırı bulduklarında hadislerle amel etmemişlerdir” görüşü mesnetsiz bir iddiadır.

Fakih olmayan ravilerin hadislerine şerh düşen bazı Hanefi usulcülerin tavrına gelince, bu sadece Ebu Hureyre’ye (r.a.) has bir uygulama değildir. Leknevi bu noktada şunları nakletmektedir: “Eğer hadis rivayet eden sahabi dört halife, Abadile ( Abdullahlar: İbn Ömer, İbn Abbbas, İbn Mesud ve İbn Zübeyr (r.anhüm), ve diğer müctehitlerden biri ise, hadis, kıyasa takdim edilir. Şayet Ebu Hureyre (r.a.)“Selman el-Farisi” ve Enes b. Malik (r.anhüm)gibi fekahetiyle değil de adaletiyle bilinmekte ise, bu durumda rivayeti, ancak re’y kapısını kapatıyorsa terk edilir. Aksi takdirde hadis, kıyasa takdim edilir. “Musarrât” hadisinde olduğu gibi.[87] Leknevi’nin, Pezdevi adına yaptığı bu nakilden de anlaşıldığı gibi söz konusu formülasyonu benimseyen usulcülerin Ebu Hureyre’ye (r.a.) özel bir tavırları yoktur. Bu husustaki yanlış anlamaların önünü baştan kapatan İmam Serahsi: “Ebu Hureyre’yi (r.a.) hafife almaktan Allah Teala’ya sığınırız. Çünkü O, adalet, hıfz ve zabtıyla öncelikli bir yere sahiptir.”[88] demektedir.

Ebu Hureyre’nin (r.a.) adil olduğu fakat fakih olmadığı kanaati yukarıda da anlatıldığı üzere Pezdevi, İsa b. Eban ve Ebu Zeyd’e aittir. Meselenin bu boyutunu göz ardı edip, bunu bütün Hanefilere teşmil etmek, sonrada bunun üzerinden hüküm vermek fevkalede yanlıştır. Nitekim Hanefi Usulcülerden Abdulaziz Buhari kesin bir dille bu görüşün Ebu Hanife devrine ait olmadığını (muhdes), sonradan ortaya çıktığını bildirmektedir.[89]

Fakih Ebu Hureyre

Ebu Hureyre’nin (r.a.) fıkhi müktesebatının tahlilinle gelince; Hanefilerin önemli bir bölümü O’nu fakih olarak kabul etmektedir. İbn Emiri’l-Hac bu noktada şunları söylemektedir: “Ebu Hureyre (r.a.) ictihatla alakalı sebeplerden hiç birinden mahrum değildir. Sahabe devrinde fetva verirdi. O devirde sadece müctehitlerin fetva verdiği de herkesçe malumdur. Sahabe ve tabiinden sekiz yüzden fazla kişi Ebu Hureyre’den (r.a.) hadis rivayet etmiştir ki, onlar arasında Abdullah b. Abbas, Cabir b. Abdillah, Enes b. Malik (r.anhüm) gibi ilimde büyük bir derinliğe sahip olan sahabiler de vardır.

Ez cümle, Ebu Hureyre’nin (r.a.) fakih olmadığı görüşü İsa b. Eban ve arkadaşlarına ait bir kanaattir, bu bütün Hanefiler’e teşmil edilemez. Çünkü bizzat Ebu Hanife, O’nun fakih olduğunu itiraf etmektedir. Nitekim, İmam-ı Azam Ebu Hureyre’nin (r.a.) orucun fesadıyla alakalı rivayet ettiği hadisle amel etmiştir; Eğer “Kim unutarak yer ve içerse orucunu tamamlasın. Muhakkak ki O’nu Allah Teala yedirip içirmiştir.” hadisi olmasaydı kıyasa göre fetva verirdim demiştir. (Yani orucun, unutularak yapılan yeme içme ameliyesiyle bozulacağını söylerdim.) “Musarrât” hadisiyle amel edilmemesi ise, Ebu Hureyre’nin (r.a.) kusurlu görülmesi ile alakalı değildir. Hanefiler ya bu hadisi “muzdarip” ya “mensuh” kabul etmişler ya da sahih olmadığı kanaatine varmışlardır.[90]

NETİCE

Ebu Hureyre (r.a.)tek başına bir hadis külliyatıdır. Medeniyetin bünyesinde ki hususi kodların korunması ve sonraki asırlara aktarılmasında büyük bir vazife ifa etmiştir. Mu’tezile’den Şia’ya, Kaderiyye’den Cebriyye’ye kadar bir çok fırka, O’nun rivayet ettiği hadislerle etkisiz hale getirilmiştir. Meşruiyet kaybını Ebu Hureyre’nin (r.a.) rivayet ettiği hadislere bağlayan oluşumlar O’na karşı düşmanca bir tavır sergilemişlerdir.

Ehl-i Sünnet karşıtlarının galiz ifadelerle tenkit ettikleri Ebu Hureyre (r.a.) için Allah Rasülü (s.a.v.); “Allahım Ebu Hureyre ve annesini bütün Müslümanlara sevdir.” Diye dua etmişti. O duanın bereketiyle fakihinden kelamcısına kadar bütün Sünnet ve Cemaat alimleri O’nu sevmiş hadisleriyle amel etmişlerdir. Öyle ki, fıkhi meselelerin önemli bir bölümü O’nun rivayet ettiği hadislerden istinbat edilmiştir. Fakat Müslüman bir Pavlos üretip Hristiyanlık gibi İslam’ı da bir muharrife isnat etmek isteyenler -ki bu isteyenler kadrosunda zındıklardan oryantalistlere kadar bil cümle İslam düşmanları yer almaktadır- Ebu Hureyre’yi (r.a.) dini uydurduğu hadislerle tahrif eden biri olarak göstermektedirler.

Doğrudan saldırılarla İslami ilimlerin sarsılamayacağını bilenler iç bünyede oluşturmayı hedefledikleri şüphelerle bir parça mesafe almaya çalışmaktadırlar. Bu yüzden Ebu Hureyre’nin (r.a.) adaletini lekelemek istemektedirler. Düşünüyorlar ki; Ebu Hureyre’nin (r.a.) çökertilmesinin arkasından top yekün İslami ilimlerin de sarsılması söz konusu olacaktır. Bu yüzden O’nu tezyif projesini ısrarla gündemde tutmaktadırlar. Maalesef ki oryantalizmin tahkir kampanyası İslam dünyasında azımsanmayacak oranda bir bağlılar zümresi oluşturmuştur. Bugün itibariyle yığınla akademisyen oryantalizmin İslami ilimleri çökertme çalışmasına gönüllü olarak amelelik yapmaktadır.

Sprenger’den Ignaz Goldziher’e, Ebu Reyye’den Ahmed Emin’e, katıksız sahabe düşmanlarının “Ebu Hureyre (r.a.) aç karnını doyurmak için Medine’ye hicret etti” nevinden ifadeler sarf etmeleri, müsteşriklerle mustağriplerin aynı kaynaktan beslendiklerini de tescil etmektedir. Bu nevi iddiaların sahipleri insafla O’nun hayatına baksalardı göreceklerdi ki; Eğer Ebu Hureyre’nin (r.a.) derdi aç karnını doyurmak olsaydı, çarşı pazarda bir işle iştigal eder muhacir gibi para kazanmaya gayret gösterirdi. Fakat o, bütün bunlardan sarfı nazar etti.

Ebu Hureyre’yi (r.a.) tenkit ya da reddenlarin esasta problemleri Hz. Rasülülah’ladır (s.a.v.). Ne var ki O’nu reddetmenin bütünüyle İslam’dan dışlanmalarına neden olacağını bildiklerinden sünneti tebliğ eden ilk kuşakla hesaplaşmaya tevessül etmektedirler. Bunu yaparken de iyi biliyorlar ki, bir Ebu Hureyre’nin (r.a.) reddi O’nun rivayet ettiği hadislere dayalı binlerce meselenin de reddi anlamına gelmektedir. Bütün menfi kampanyalara inat o hala dimdik ayakta ve fıkıhtan tefsire kadar birçok disiplinde irşada devam etmektedir.

Dipnotlar:

[1] İzzuddin İbn Esir Ebi’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Cezeri, Usdu’l-Ğabe fi Ma’rifeti’s-Sahabe, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ty., VI, 314.

[2] Muhammed b. Ahmed b. Osman Zehebi, Siyer-u A’lami’n-Nübela, Risale, 1998, II, 578.

[3] Tirmizi, Sünen, V, 644, H. No: 3840; Ayrıca bkz. İbn Esir, a.g.e.., VI, 314.

[4] “Ebu Hureyre” dişi kediciğin “Ebu Hir” ise erkek kedinin babası anlamına gelmektedir. Zehebi, a.g.e.., II, 587; Muhammed Accac el-Hatip, Ebu HureyreRaviyetu’l-İslam, Kahire, 1982, s.68.

[5] Hatip, a.g.e.., s. 68.

[6] Muhammed b. Sa’d, et-Tabakatu’l-Kübra, Kahire, 1322, IV, 175-176; Hatip, a.g.e.., s. 69.

[7] Buhari, IV, 54, V, 250, VIII, 105; Müslim, IV, 1958; Ahmed, Müsned, II, 243; Ahmed b. Ali b. Hacer b. Askalani, el-İsabe fî Temyizi’s-Sahabe, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, III, 423.

[8] İbn Sa’d, a.g.e.., IV, 176; Hatip, a.g.e.., s. 70.

[9] İbn Hacer, el-İsabe, III, 424.

[10] Zehebi, a.g.e.., II, 589.

[11] İbn Hacer, Fethu’l-Bari bi Şerh-i Sahihi’l-Buhari, Dar-u İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, 1998, VII, 397-398.

[12] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VIII, 83.

[13] İmadüddin Ebu’l-Fida İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Matbaatu’s-Saade, Kahire, 1932, VIII, 113.

[14] Bkz. Osman Güner, Ebu Hureyre’ye Yönelik Eleştiriler, İnsan Yayınları, İstanbul, 2001, s. 48-49

[15] Zehebi, a.g.e.., II, 589.

[16] Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah Hakim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, Daru’l-Kitabi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990, H. No: 6158, III, 582

[17] Bedruddin Ebu Muhammed Ahmed Ayni, Umdetu’l-Kari Şerh-u Sahihi’l-Buhari, Beyrut, 2001, II, 98.

[18] Ayni, a.g.e.., II, 101.

[19] Hakim, a.g.e.., H. No: 6160, III, 582.

[20] Hakim, a.g.e.., H. No: 6159, III, 582.

[21] Hakim, a.g.e.., H. No: 6164, III, 583.

[22] Hakim, a.g.e.., H. No: 6172, III, 585.

[23] Buhari, Buyu’ 1; Müslim, Fedailu’s-Sahabe, H. No: 2492, IV, 35.

[24] Müslim, Fedailu’s-Sahabe, H. No: 2492, IV, 35.

[25] Kur’an, Bakara (2): 159-160.

[26] Ebu Nuaym Ahmed b. Abdillah el-İsfehani, Hilyetü’l-Evliya ve Tabakatu’l-Esfiya, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1997, I, 462.

[27] İbn Mace, Sünen, I, 3, 22.

[28] Ahmed, Müsned, XII, 89, H. No: 7122.

[29] Ahmed, Müsned, XII, 148, H. No: 7166.

[30] Ahmed, Müsned, H. No: 7140, XII, 122.

[31] Hakim, a.g.e.., H. No: 6175, III, 586.

[32] İbn Kesir, Bidaye, VIII, 111.

[33] Hatip, a.g.e.., s. 91.

[34] İbn Sa’d, a.g.e.., II, 63.

[35] Ahmed, Müsned, XIV, 208.

[36] İbn Hacer, Tehzibu’t-Tehzib, Haydarabad, 1325, II, 301; İbn Esir, a.g.e.., II, 9.

[37] Ebu Nuaym, a.g.e.., I, 466; Zehebi, a.g.e.., II, 609.

[38] Zehebi, a.g.e.., II, 610.

[39] Zehebi, a.g.e.., II, 609.

[40] İbn Sa’d, a.g.e.., IV, 62-63; Hatip, a.g.e.., s. 99.

[41] İbn Kesir, Bidaye, VIII, 114.

[42] İbn Esir, a.g.e.., VI, 315.

[43] Ebu Nuaym, a.g.e.., I, 469.

[44] Muhammed b. Abdilkerim Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1992, I, 50; Abdulgahir b. Tahir b. Muhammed el-Bağdadi, el-Farg-u beyne’l-Fırag, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, 1994, s.140.

[45] Bağdadi, a.g.e.., s. 140.

[46] Bağdadi, a.g.e.., s. 140.

[47] Ebu Muhammed Abdullah b. Kuteybe, Te’vil-u Muhtelefi’l-Hadis, Daru’l-İşrag, Beyrut, 1998, s. 53

[48] Talat Koçyiğit, Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, TDVY, Ankara, 1988, s. 104-105.

[49] Hatip, a.g.e.., s. 159-160.

[50] Ahmed Faruk İmam-ı Rabbani, Mektubat, Fazilet Neşriyat, İstanbul, ty, II, 76.

[51] Bkz. Muhammed Ebu Reyye, Şeyhu’l-Madire Ebu Hureyre, Daru’l-Maarif, Kahire, ty.

[52] Mustafa Sibaî, es-Sünnet-ü ve Mekanetuha fi’t-Teşrii’l-İslami, el-Mektebu’l-İslami, Beyrut, 1985, s. 238.

[53] Şerefuddin, a.g.e.., s.5-7.

[54] Kur’an, Hucurat (48): 13.

[55] Kur’an, Bakara (2): 273.

[56] Müslim, IV, 2024, 2191.

[57] Ahmed Emin, Fecru’l-İslam, s. 268.

[58] İmam Rabbani, Mektubat, II, 76.

[59] Buhari, I, 184.

[60] Şerefuddin a.g.e.., 42-55 (Özetlenerek alındı.)

[61] Hayreddin Zirikli, el-A’lam, Kahire, 1954, II, 301.

[62] Hakim, Müstedrek, III, 583.

[63] Hakim, Müstedrek, III, 585.

[64] Hakim, Müstedrek, III, 586.

[65] Hakim, Müstedrek, III, 584.

[66] Hatip, a.g.e.., s. 205.

[67] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, I, 236.

[68] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, I, 227.

[69] Tasarruflarla bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, I, 217.

[70] Ahmed, Müsned, XI, 172, 6952.

[71] Muhammed Zahid Kevserî, Makâlâtu’l-Kevserî, Kahire, ty., s. 47.

[72] Abdulhuseyin, Ebu Hureyre, s. 57.

[73] Ebu Reyye, Edva, s. 172.

[74] Kevserî, a.g.e.., s. 48.

[75] Buhari, Enbiya, 50; Ebu Davud, İlim, 11.

[76] Kevserî, a.g.e.., s. 49.

[77] Buhari (Ayni Şerh-i İle birlikte), İlim, II, 231

[78] Hatip, a.g.e.., s. 249.

[79] Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensür, VI, 157.

[80] İbn Kesir, Tefsir-u İbn Kesir, III, 177.

[81] Ahmed Emin’in iddiasına delil gösterdiği hadisin metni şu şekildedir: “Müşteriyi aldatmak için deve ve koyunun memelerinde sütü hapsetmeyin. Kim “musarrât” bir hayvan satın alırsa O’nu sağdıktan sonra ya razı ise saklasın ya da (sağılan süte bedel) bir sa’ hurma ile birlikte geri versin.” Bkz. Buhari, Buyu’, 64-65.

[82] Ahmed Emin, Fecru’l-İslam, s. 269.

[83] Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed b. Ebi Sehl Serahsi, Usûl, (tah. Ebû’l-Vefa el- Afgani), Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, I, 341.

[84] Ebu Davud, Diyat, 20.

[85] Darimi, Sünen, II, 209.

[86] İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Ankara, 2001, s. 71.

[87] Abdulâli Muhammed b. Nizameddin Muhammed Leknevi, Fevâtihu’r-Rahemut bi Şerh-i Müsellemi’s-Subût, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2002.

[88] Serahsi, a.g.e., I, 341.

[89] Buhari, II, 708.

[90] Vehbe Zuhayli, Usuli’l-Fıkh’l-İslami, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1998, I, 471

[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]İhsan Şenocak & ihsansenocak2001@yahoo.com [/toggle]

admin

Soru ve görüşleiriniz için İrtibat: fikiratlasi1@gmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.